Translate

24 Nisan 2019 Çarşamba

Trafik çılgınlığı

Bitmeyen Çile ,
Sanırım yazının başlığından konunun ne olduğunu herkes anlamış olmalı. Evet trafik.
2018 verilerine göre; İstanbul’ da trafiğe kayıtlı 3 milyon 571 bin araç, yan yana getirildiğinde 6 ilçeden fazla yer kaplıyor, 2 milyon 669 bin otomobil, 86 bin minibüs, 45 bin otobüs, 637 bin kamyonet ve 134 bin kamyon bulunuyor. Yine İstanbul'da trafiğe kayıtlı otomobil, minibüs, otobüs, kamyonet ve kamyonlar yan yana getirildiğinde 68 milyon 343 bin metrekarelik alanı kaplıyor. Söz konusu rakam, Güngören, Beyoğlu, Bayrampaşa, Zeytinburnu, Gaziosmanpaşa ve Fatih olmak üzere toplam 6 ilçenin yüz ölçümü olan 64,5 milyon metrekarelik alanı aşıyor.
Bu kadar istatistik bilgisinden sonra sırada duygu ve düşünceler var.
 Ben artık emekliyim ama yine de sabah çayımı yudumlarken trafik durumunu dinliyorum, alışkanlık herhalde. Buna ek olarak özel radyo kanallarından birisi canlı yayın yapıyor. Bulunduğunuz yerden trafiğin durumu ile ilgili radyoya mesaj gönderiyorsunuz ( hem araç hem telefon olmaz, ikisinden birini tercih edin), sunucu okuyor. Böylece siz Maslak’dan Mecidiyeköy’e giderken Sultangazi’deki durumu öğrenmiş oluyorsunuz.
Özel aracımız olsun olmasın bir yere gideceğimiz zaman ilk düşündüğümüz trafiğin durumu, otopark ve kestirme yolar. Sürücüler ise ayrı bir endişe kaynağı.
İstanbul’ da haftaiçi her gün çalışanlar ve öğrenciler zamanlarının önemli bir kısmını trafikte geçirmek durumundalar. Birbirleriyle yarışan servisler öğrencileri okullarına, çalışanları işyerlerine biran önce ulaştırma çabasındalar.
Toplu taşıma araçlarındaki yoğunluk, kış aylarında solunum yolu hastalıklarının hızla yayılmasına ortam hazırlarken yaz ayları havalandırıcıların yeterince çalışmaması ve halkımızın banyo yapma alışkanlığının farklı olması nedeniyle dayanılmaz bir ter kokusu nefesleri kesmektedir.
Bu akşam akaryakıta gelmesi beklenen zam bahanesiyle komşularımızı yolumuz üzerindeki merkezlere arabamızla bırakma fikrine daha sıcak bakmak lazım bence.
En kötü kural kuralsızlıktan iyidir demiş birileri, bence de. Trafik kurallarının temelleri daha arabaların üretiminden önce atılmaya başlanmış. Günümüzde de şartlara en uygun kurallar uygulanmaktadır. Örneğin: kamyon gibi büyük araçların her şart altında geçiş üstünlüğünün olmayışı gibi, virajlarda belli bir hızın altına inilmesi gibi. Benim en sinir olduğum ise arkadaki aracın  takip mesafesini neredeyse 1 metreye indirmesi, taciz ediliyormuşum gibi geliyor ve o gün moduma göre, ya yol veriyorum geçip gitsin ya da iyice yavaşlayıp dörtlüleri yakıyorum. Bu da kendimce intikamım oluyor.
Görüşmek üzere dostlar, sevgiyle kalın.
Ayşe





22 Nisan 2019 Pazartesi

Göbekli Tepe

Göbekli Tepe
2019 Göbekli Tepe yılı ilan edildi.
Hikaye şöyle başlıyor. 1986 yılında bir tarla sahibi bulduğu kireçtaşı heykeli ŞanlıUrfa müzesine teslim eder. Ancak hangi uygarlığa ait olduğu anlaşılamayan heykel uzunca bir süre depoda bekler.
Klaus Schmidt, Nevali Çori adlı taş çağı yerleşimi baraj suları altında kalmasın diye kurtarma çalışmaları yaptığı esnada ilk defa T başlı heykelleri bulur ve müzedeki heykelle ilişkilendirerek Göbekli Tepe’de kazı çalışmalarına başlar. 2 yıl süren kazı sonunda tapınağa ulaşılır.
Aslında tapınak olmayabilir de. Çünkü 12 bin yıl öncesine gidersek tam da avcı toplayıcı yaşamdan yerleşik düzene geçiş dönemine denk gelmektedir. Eğer tapınaksa bizim bilmediğimiz bir dine mensuptular. Değilse sadece toplanmak veya eğlenmek için böylesine görkemli bir yapıya ihtiyaç var mıydı? 6 metrelik ve üzeri hayvan figürleriyle süslenmiş T heykellerin ve yapının mimari şeklinin hayret verici olduğu kesin. Sanki uzaylılar bir dokunmuş gibi.
Göbekli Tepe 2018 yılı Temmuz ayında UNESCO’nun Dünya Mirası yedek listesinden asıl listeye alınmıştır.
Doğuş Grubu ise 20 yıllığına ana sponsor olmuştur. Göbekli Tepe’nin iklim koşullarından ve görmeye gelenlerin etkilerinden korunması amacıyla, oldukça estetik bulduğum, çatı koruması ve seyir terası inşa edilmiştir.
Ne yazık ki, Klaus Schmidt 2014 yılında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti ve emeklerinin bugün ki sonuçlarını göremeden gitti. Ruhu şad olsun.
Bu buluntuyla beraber uygarlık tarihi değişmiştir. Bakalım bilim insanları tarihi nasıl değiştirecekler.
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın.
Ayşe

Aysel


Saate baktı, 01:55. Masalardan örtüler toplanmış, sandalyeler ters çevrilmişti. Şef garson olarak çalışmaya başlayalı beri çok kısa bir süre geçmişti. Üstelik iyi bir transfer ücreti de almıştı. Şehrin önemli isimleri sırf onun için buraya gelir olmuşlardı. Lokanta sahibi de bu durumdan pek hoşnuttu.
Eve geldiğinde salonun ışığı yanıyordu. Karısı çocukları uyutup kendisini bekliyordu herhalde. Sürpriz yapmak için zili çalmak yerine kapıyı anahtarı ile açtı, ayakkabılarını çıkartıp dolaptan terliklerini aldı. Karısı üstüne sinen balık kokusundan nefret ederdi. Önce banyo yapıp bu kokudan kurtulmak istiyordu. Yoksa karısı bu gece de onu tersleyecekti. Kapının arasından salona baktı.
Evlendiklerinde o otuzuna yeni girmişti, Aysel ise henüz onaltısındaydı. İki yıl sonra, balık kokusunun sindiğini bahane ederek beline kadar uzun kahve rengi saçlarını kestirmisti.
Cumartesi geceleri lokanta her zaman daha kalabalık olurdu. Masaları dolaşıp müşterilerle sohbet etmeyi severdi Hasan. Ama bu akşam kupa maçı nedeniyle normalden daha erken kapatmak durumunda kalmışlardı.
Banyoya geçti. Karısı geldiğini fark etmemişti. Onu bu kadar erken beklemiyordu. Sabun kokusu balık kokusunu biraz olsun atmıştı üzerinden. Salona girmeden tekrar kapı aralığından baktı. Karısı bilgisayarın başında bir şeyler yazıyordu.
Geçen sene büyük oğlanın 14. yaş gününde aldıkları bilgisayarı kullanmayı çok çabuk öğrenmişti. Asıl sorun bilgisayarın başında çok fazla zaman geçiriyor olmasıydı.
Kapı açılırken hafifçe gıcırdadı. Aysel kocasını karşısında iç çamaşırıyla görünce biran kıpırdamadan durdu. Sonra bilgisayarın kapağını aceleyle kapattı. Şaşkın bir ifadeyle neden erken geldiğini sordu. Sanki bu beklenmedik durumdan rahatsız olmuş gibiydi.
Hadi gel dedi Hasan artık yatalım, geç oldu.
Sabah Aysel uyanmadan salona gidip bilgisayarın kapağını açtı, parmağının ucuyla bir tuşa dokundu. Ekranda bir yazı belirdi. “ Mesajınız var. Okumak için bir tuşa basınız”, bir tuşa bastı. Gelen mesajı sonuna kadar okudu. Diğerlerini de. Onlarcası vardı bu mesajlardan.Başı dönmeye başladı, dizleri titriyordu.
Daire kapısının yavasça kapandığını duydu, hızıca hole geçti, karısının terlikleri duruyordu. Kapıyı açtı, Aysel çoktan apartmandan çıkmıştı. Kapıyı kapatıp tekrar bilgisayarin başına geçti, ütün mesajları okudu, bazılarını birkaç kez. Bunca yıl sonra bile hala çok  sevdiği karısı bir sürü adamla yazışıyordu hem de nasıl, bazılarını okurken onun bile yüzü kızarıyordu. Telefon sesiyle kendine geldi. Aysel onu terk ettiğini söylüyor, Çocukları babasının evine getirmesini istiyordu. Doğru düzgün konuşamadı ama Çocuklarını vermeyecekti.

Hakim, Aysel’in bütün çabalarına rağmen çocukları babaya verdi. Çocuklar sadece ayda iki defa annelerini görebileceklerdi, bu bile Hasan’i kızdırıyordu.
Mahkemeden üç hafta sonraki Pazar Aysel çocukları almaya gelmişti, yanında kısa boylu bir adam vardı. Hasan’ı iterek içeri girdi Aysel, Hasan mutfaktan ekmek bıçağını aldı, hızla Aysel’in sırtının ortasına sapladı. Kendine geldiginde hol kan gölüne dönmüştü. Bir polis bileklerine kelepçe takmaya çalışıyordu. Büyük oğlu da annesinin yanında yerde yatıyordu. Hasan o zaman farketti ki ikinci bıçak darbesi annesini korumak isteyen oğluna gelmişti.